Türkiye-İngiltere Eurofighter anlaşmasının perde arkası ve Yunanistan’ın kulislerindeki gölgeler, sahneye ışık tutacak sarsıcı bir analiz.

Türkiye ile İngiltere arasında konuşulan Eurofighter Typhoon alımı günbegün daha çok yankı buluyor. Bu süreç sadece bir savunma satışı meselesi olmaktan çıkıp, bölgedeki güç dengeleri, müttefiklik ilişkileri ve bölgesel rekabetin yeni bir boyutunu temsil ediyor. Yunanistan Hava Kuvvetleri’nden emekli Koramiral Athanasios Papanikolaou’nun SKAİ TV’de dile getirdiği tartışmalar, konunun yüzeyinin ötesine geçerek, uluslararası politika ve savunma sanayinin nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor.

Papanikolaou’nun ifadelerinde öne çıkan birkaç başlık dikkat çekiyor: Türkiye’nin alacağı uçakların versiyonu, Katar ve Umman üzerinden geleceği iddia edilen ek uçaklar, Meteor füzeleriyle ilgili güç dengeleri ve Avrupa ülkelerinin ekonomik çıkarlar doğrultusunda Yunanistan’a karşı tutumları. “Tranche 5’e varırsa Rafale’lerden daha iyi olabilir” gibi değerlendirmeler, filo farklılaşmasının yalnızca sayılarla değil, teknolojik yetenekler ve entegrasyon kabiliyetleriyle belirlendiğini gösteriyor. Bu bağlamda, Tranche 4 ile karşılaştırma, uçakların operasyonel kapasite farklarını ve savunma stratejisinin hangi yönde evrilebileceğini düşündürüyor.
İşin ekonomik tarafı da en az teknolojik taraf kadar kritik görünüyor. 8 milyar sterlinlik bedel ve 20 Eurofighter için düşünülen maliyetin yüksekliği, satıcı tarafın önerilerini yeniden şekillendirmek için baskı unsuru olarak öne çıkıyor. Bu noktada, yalnızca uçağın kendisi değil, motorlar, mühimmat entegrasyonları ve hizmet anlaşmaları gibi yan kalemler de toplam bütçeyi etkiliyor. Papanikolaou’nun ifadelerindeki “kale arasında kurulan dostluklar ve karşılıklı çıkarlar” söylemi, savunma alımlarında görülen karmaşık müzakere dinamiklerini hatırlatıyor.

İlgili açıklamalarda ayrıca Avrupa ülkelerinin Yunanistan tercihleri ve Türkiye’ye karşı tutumları üzerinde yoğunlaşan bir tartışma ortaya çıkıyor. Başbakan Keir Starmer’ın sözleri ve Avrupa içindeki politika dengeleri, sadece teknik bir satın alma değil, coğrafi ve güvenlik ittifaklarının yeniden şekillenmesi bağlamında ele alınmalı. Papanikolaou’nun vurguladığı gibi, geçmişte Türkiye’ye verilen savunma ekipmanları ve endüstriyel ortaklıklar, günümüz pazarlığında da etkisini sürdürmeye devam ediyor; “yardımcı araçlar ve ortak üretim imkanları” gibi bağlamlar, tarafların niyetlerini ve olası senaryoları daha netleştirebiliyor.
“Korkarım ki KAAN için motor işbirliği de vardır” tartışması, savunma sanayinde görülen ileri entegrasyon ihtiyacını öne çıkarıyor. KAAN programı (Milli Muharip Uçak) ile Eurofighter’ların motorlarının nasıl bir sinerji yaratacağı sorusu, sadece teknik bir merak değil, uzun vadeli ittifakların da zeminini kuruyor. Bu tür işbirlikleri, taraflar arasındaki güven ve güvenlik maliyeti kavramlarını yeniden tanımlıyor. Ayrıca Katar ve Umman üzerinden gelecek uçaklar ve Meteor füzeleriyle ilgili öngörüler, Ege ve Doğu Akdeniz bölgesinde dengeleyici etkiler yaratabilir mi sorusunu gündeme getiriyor.

Yunanistan’ın güvenlik politikası ve Avrupa içindeki konumu, bu çok yönlü pazarlığın en kritik parçalarından biri olmaya devam ediyor. Avrupa ülkeleri ile olan münasebetler, ekonomik çıkarlar ile savunma bağımlılıkları arasındaki ince çizgide ilerliyor. Papanikolaou’nun değerlendirmeleri, “Avrupa ülkeleri çoğu zaman Türkiye yerine kendi çıkarlarını tercih ederler” mesajını pekiştiriyor; bu da Yunanistan için bölgesel güvenliğin sadece savunma teçhizatıyla sınırlı kalamayacağını, çok katmanlı bir politika gerektirdiğini gösteriyor.
Sonuç olarak, Eurofighter alımı ve ilişkili senaryolar, bölgesel güvenlik mimarisinin nasıl evrileceğini göstermekle kalmıyor; aynı zamanda savunma sanayinin, uluslararası politikadaki güç oyunlarının merkezi oyuncularından biri olduğuna işaret ediyor. Taraflar arasındaki anlaşmazlıklar, yalnızca uçak sayıları veya maliyetler üzerinden değil, teknolojik üstünlük, entegrasyon kabiliyetleri ve karşılıklı güven temelindeki uzun vadeli stratejik ortaklıkları üzerinden çözülecek gibi görünüyor. Bu süreç, Türkiye, İngiltere ve bölge ülkelerinin görünmez işbirlikleri ve rekabetin yeniden tarif edildiği bir tabloya dönüşmeye aday.























Yorum Yap