Toplu iğnesizlik, unutulmuş anıları canlandırarak hayatınıza renk katıyor. Hayatın sıradanlığından sıyrılıp, duygularınızı keşfedin!

O sözü duyduğum an, doğup büyüdüğüm İstanbul’un Çamlıca semtindeki çocukluğum sanki bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Birçok anı aklımda canlanırken, babamı erken yaşta kaybettiğimiz için annemin ne kadar çileli günler geçirdiğini daha iyi anlıyorum. Özellikle bayram günleri hepimizin yüreğinde bir burukluk hissettirirdi annem için. Bize bayramlık hazırlama çabası içindeyken, ne kumaş ne de iplik bulmak gibi büyük zorluklarla karşılaşırdı. Kumaş bulsak bile, onu dikecek hiçbir alet, ne toplu iğne ne de dikiş iğnesi olurdu. Düşünsenize, bayram sevinci umutsuzca beklerken o günlerimizi nasıl geçirdiğimizi.
Bütün bu hazırlıklar arasında, biraz şaşkınlıkla ve umutsuzluk içinde bayramlık için ilk adımları atmaya çalışırdık. Bayram öncesinde, önce Kısıklı’dan Büyük Çamlıca tepesine çıkan yolun başındaki tepe bakkala giderdik. Ama çoğu zaman elinde boş şeker çuvalı bulamazdık. Bu yüzden kendimizi Bulgurlu’daki Nizam Bakkal’a doğru salardık. Nizam amca, vicdanlı bir kişi olarak, çocukların annelerinin bayramlık hazırlayabilmesi için biriktirirdi şeker çuvallarını. Onun gözlerindeki mutluluk parçacıkları, bizim hayal dünyamızda çok büyük bir yere sahipti.
O yassı ve sivri taşları dikiş makinesi gibi kullanan annem, çuvalın altını tam ortasından ve yan taraflarını üst kısmından keserek şekil verirdi. Çuvalın dip kısmını başımızdan geçirip, kollarımızı yanlardan çıkararak kendimizi komik bir şekle sokardık. Zaman zaman kendimizi abasız kalmış çocuklar gibi hissederdik. Çuvalın o doğal renginde giysi yapacak halimiz yoktu. O yüzden Küçük Çamlıca’daki koruya gidip, kuzu kulağı ve ağaç kökleri toplardık. Bir de kuru ağaçları birbirine sürtüp ateş yakar, biriktirdiğimiz yağmur suyuna ağaç köklerinden renk vererek çuval giysilerimizi renklendirirdik.
O günlerde bayrak yapmak için kumaş bulmak da neredeyse imkansızdı. Eğer çuvaldan bayrak yaparsak, bu bayrak yasasına aykırı olacaktı. Neyse ki, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı sonbahara denk geliyordu, dolayısıyla ağaçlardan dökülen büyük kırmızı yaprakları çaktırmadan bayrak niyetine ellerimizde sallayarak duruyorduk. Düşünsenize, bir toplu iğne bulabilseydik, o zaman her şeyi daha düzgün bir şekilde tutturup, hazırlıklarımızda daha cömert olabilirdik. Dikiş iğnesinin, makasın yeterli olmaması durumundaki çaresizliğimiz çocuk kalbimizi yoruyordu.
Gerçekten o zamanlar ne otobüs, ne dolmuş, ne de minibüs vardı okula gitmek için. Ne yiyip içtiğimize dair hiçbir anım kalmamış. Yalnızca eski dolaplarımızda tereyağı, peynir ve zeytin sakladığımız günleri hatırlıyorum. Traktör bile bilmezdik. O zamanlar hayalini kurduğumuz toplu iğne, belki de şu an farklı bir dünyada yaşamamızın anahtarıydı. O günlerden kalan anılar, sadece hoşgörü ve dayanışmayı değil, bunun yanında da hayatın zorluklarına karşı durabilme gücünü barındırıyordu. Bizler o zamanlar belki kırık dökük, ama bir o kadar da umut dolu bir çocukluk yaşadık. O dönemlerde aynı zorluklarla karşılaşan tüm çocukların ruh sağlığını koruma yollarını aramak, her zaman önemli olmuştur.






















Yorum Yap