Kadınların haykırışını duyun! ‘Cezası Ölüm Değildir!’ başlıklı bu içerik, adalet arayışının cesur bir manifestosu.

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Karataş’ın bir televizyon programında sarf ettiği sözler, kamuoyunda derin bir infiale neden oldu. Karataş, verdiği demeçte “Zina eden kişi bilmeli ki, benim öldürülmem gerekiyor. Ben burada öldürülmedim, kanunlar öyle değil. Usulüne göre bir şey buldum kendime göre, kanuna. İnsanları yanılttım kurtuldum cezadan dedi ya, öbür tarafta büyük bir ölüm cezasına benzer bir cezayla karşılaşacak” ifadeleriyle durumu oldukça tartışmalı bir şekilde yorumladı. Bu sözler, yalnızca bireyler arasında değil, toplumda da büyük bir tartışma başlattı. Türkiye’de kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularındaki hassas dengeler, bu tür açıklamalarla daha da sarsılmakta.
Özellikle Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK) gibi toplumsal cinsiyet eşitliği savunucusu örgütler, bu tür durumlardaki duyarsızlıkları ve erkek egemen düşünceleri kınamaktadır. KDK, Prof. Dr. Karataş’ın ifadelerine sert bir şekilde tepki göstererek, açıklamasında şunları belirtti: “Kadın cinayetlerinin önlenmesine dair hiçbir adım atmayarak suça ortak olan devlet kurumları, gerici profesörün yorumcusu olduğu 21 Ekim’de yayınlanan programda ‘Zina eden kişi bilmeli ki, benim öldürülmem gerekiyor…”’ gibi skandal sözlere sessiz kaldı. Bu tür açıklamalar, toplumun derinliklerinde var olan cinsiyet eşitsizliğine dair kaygıları bir kez daha gün yüzüne çıkarmaktadır.
Prof. Dr. Karataş’ın açıklamaları, sadece bireysel bir görüş olmakla kalmayıp, toplum üzerindeki etkisi nedeniyle daha kapsamlı bir değerlendirme gerektirmektedir. Kadınların yaşadığı tehditler ve korkular, bu tür beyanatlarla nitelik kazanmakta ve haklarını savunmaları adına daha fazla engellerle karşılaşmalarına neden olmaktadır. KDK, açıklamasında “Her gün kadınlar ölürken bir öğretim üyesi çıkmış zinanın cezası ölümdür diye buyuruyor” diyerek, bu tür düşüncelerin kadın cinayetlerini meşrulaştırma amacını taşıdığına dikkat çekmiştir.
Bu durumu değerlendirdiğimizde, toplumun cinsiyet eşitliği konusundaki algısının ne denli önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Eğitim kurumlarında verilen dersler ve akademik unvanlar, topluma yön veren ve fikirleri şekillendiren unsurlar haline geliyor. Dolayısıyla, böyle bir unvana sahip birinin kullandığı dilin ve ifade ettiği düşüncelerin sonuçları çok ciddi boyutlara ulaşabiliyor. “Bu dünyada yasalar izin vermiyor diye öldürülmediyse öbür dünyada göze alsınmış zina yapan ölümü” sözü, toplumda cinsiyet temelli şiddeti fazlasıyla normalleştiren bir yaklaşımdır. Kadınların hayatlarının korunmasına dair duyulan kaygıları göz ardı eden bir görüş, sosyal huzursuzluğu artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Tüm bunlar ışığında, arka planda kadınların yaşadığı sorunların birer görünüm olarak kalmadığını, aksine bu sorunların derin köklerinin cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz. Toplumun dinamikleri içinde cinsiyete dayalı adaletin sağlanması, bireylerin güven içinde yaşamasını ve haklarının güvencesinin bulunmasını gerektirir. Herkesin eşit haklara sahip olması beklenirken, böyle açıklamaların topluma sirayet etmesi, daha fazla kadının ölümünü ve şiddete maruz kalmasını doğurabilir. Öyleyse, bu tür açıklamaların karşısında durmak, toplumsal bir sorumluluk ve vicdan meselesidir. Toplumumuzun geleceği, kadınların haklarının korunmasına ve erkek egemen sistemin sorgulanmasına bağlıdır.






















Yorum Yap