Engelli çocuklara yönelik bakıcı zulmü üzerine düşündünüz mü? Bu iç karartıcı konu, insanlık suçu mu? Fikirlerinizi paylaşın!

Son günlerde Niğde Sevgi Evleri’nde yaşanan travmalar, sadece oradaki çocukların hayatlarını değil, aynı zamanda toplumun vicdanını da derinden sarsmış durumda. Devlet koruması altındaki engelli ve bakıma muhtaç çocukların maruz kaldığı bu tür olaylar, toplumumuzda ciddi bir tartışma başlatmış durumda. Çocukların yaşadığı korkunç muameleler, bir insanlık suçu olarak kayıtlara geçti ancak bu rehabilitasyon merkezinde yaşananların bazıları işlerlikten düşmüş gibi görünmektedir. Nasıl olur da, küçücük bedenler bu kadar acımasızca istismar edilir? Onların yaşadığı her bir an, kendi içinde birer yaşanmış dram… Bu durum karşısında sessiz kalmak, hayatı boyunca bu çocuklara yüz çevirmek, insanlıkta var olan en büyük ahlaki çöküşün göstergesi.
Niğde Sevgi Evleri’nde meydana gelen olaylar, 22 Temmuz 2024’te dokuz yaşındaki Mustafa Çelik’in şüpheli ölümü ile gün yüzüne çıktı. Kamera kayıtları, bu alanda yaşanan dehşeti gözler önüne serdi. Çocukların yaşadığı zulmü ortaya çıkardığında, olayın cevapsız kalan birçok sorusu ve muhatabı oldu. Bu merkezde 17 engelli ve bakıma muhtaç çocuğun maruz kaldığı kötü muameleler, toplumda büyük bir infial yarattı. Özellikle, mağdur çocukların yaşadığı işkenceleri raporlayan gazetecilerin cesareti, bu konunun daha da derinlemesine incelenmesini sağladı. Bir devlet kurumunun sorumluluğunda olan bu durum, yalnızca o bakıcıların değil, aynı zamanda sistemin de sorgulanması gerekliliğini ortaya koydu.
Çocuklara uygulanan şiddet ve eziyetin detayları, adli süreçte ne yazık ki insanlık onuruna uygun bir şekilde değerlendirilemedi. 14 bakıcının yargılanması sonucunda verilen ceza, toplumda tam anlamıyla bir adalet hissi oluşturmadı. Mahkeme tarafından verilen kararlar, bazı sanıkların beraatine ya da vasat cezalar almasına yol açarken, bu durum zulüm gören çocukların yaşadığı travmanın açık bir yansıması oldu. Uygulanan işkencenin ölçüsü, hâlâ sorgulanmakta ve kabul edilemez bir şekilde geçiştirilmektedir. Küçük Mustafa’nın yaşadığı trajedi, sayısız çocuğun sesinin duyulmaması anlamına geliyor.
Olayların mahkemeye yansıması ve kararların verilmesi, ne yazık ki eksik ve kararsız bir sistemle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi’nin 15 Ekim’de verdiği karar, niçin bu kadar tartışmalı hale geldi? Mahkeme;
“Diğer eylemler insan onuruyla bağdaşmayacak bir şekilde kişinin bedensel veya ruhsal acı çekmesine yol açacak türden değildir,”
şeklinde yorum yaptı. Bu anlayış, çocukların yaşadığı travmanın boyutlarını göz ardı eden bir yorum olarak karşımıza çıkıyor. Sistematik zulmün bir sonucu olarak yaşanan bu olayların sadece birer “ani tepki” olarak nitelendirilmesine ne kadar doğru bir yaklaşım denilebilir? Çocukların yaşamlarıyla oynandı ama bu işkence olarak adlandırılmadı. Oysaki her bir çocuktan koparılan umut, kaybolan bir yaşam ve insani merhametin yok olduğu bir dünyada yaşamak, hayal bile edilemez bir durum!
Bunu düzeltmek, sorumluluktan kaçmamak ve gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. En ağır şartlar altında bile, çocuklar için bir koruma mekanizması olmalı. Çocuklar, bu tür zulüm ve istismarların hedefi olmamalıdır.
Geçmişte yaşanan ve daha sonrasında işlenen benzeri suçların üzerinin kapatılmasına bir son vermek, çocukları korumaya yönelik adımlar atmak ise herkesin ortak sorumluluğu olmalıdır. “Niğde Sevgi Evleri” gibi kurumların varlığı, yalnızca taşın altına elini sokacak sağduyu sahiplerinin lehine olmalıdır. Çünkü bir ahlaki çöküntü haline gelen bu durum, ancak toplumun var gücüyle, adalet mekanizmasının ve ilgili kurumların üst düzey iş birliği sağlanarak düzeltilebilir. Çocukların geleceğinde adalet, vicdan ve güven belirmeden nasıl bir toplum inşa edebiliriz?






















Yorum Yap