Postdramatik tiyatro, sahnede metin sınırlarını aşan büyüleyici bir yolculuk sunuyor! Sınırları zorlayan deneyimlere tanık olun.

Sezon tüm hızıyla başladı ve tiyatro dünyası için önemli bir dönemeç olan 29. İstanbul Tiyatro Festivali, 20 Ekim’de kapılarını açtı. Bu festival, Türkiye’deki tiyatro tutkunları için bir takvim olayı olarak kabul ediliyor ve zengin programı ile farklı salonlarda, çeşitli mekanlarda sahne alacak olan uluslararası ve ulusal oyunları içeriyor. Bir ay boyunca sürecek olan festival, yalnızca sahne performanslarını sergilemekle kalmayacak, aynı zamanda hem sanatçılar hem de izleyiciler için eşsiz bir etkileşim zemini sunacak.

Festivalin heyecanı arasında, benden kaynaklanan bir gecikme oldu; sağlık sorunlarımla ilgili yaşadığım zorluklar, yazma isteğimi engelledi. Ancak, sahnelere döndükçe ve oyunlarla buluşarak özlemini duyduğumuz tiyatro ritmini bir araya getirmek üzereyim. Son haftalarda ilgimi çeken ve postdramatik tiyatro üzerine düşündüğüm konulara yeniden döneceğiz. Tiyatro, her dönem kendi çağının bir aynası olmayı sürdürüyor; zaman geçtikçe bu aynadaki yansımalar da dönüşüyor. Günümüzde, “postdramatik tiyatro” olarak adlandırdığımız türe, bu dönüşümün en keskin örneği diyebiliriz. Geçmişle olan bağını reddetmeyen bu tür, köklerini inkâr eder gibi görünse de aslında tarihsel bir bağ kurarak devam ediyor.
Dünyaca ünlü Alman tiyatro kuramcısı Hans-Thies Lehmann, sanatın kendinden önceki biçimlerle bağ kurmadan gelişemeyeceğini belirtir. Aynı şekilde Patrice Pavis de modern, klasik ve postmodern tiyatro arasında görünmez bir süreklilik olduğunu vurgular. Geçmişin mirasına sahip çıkmadan, ancak ona boyun eğmeden yeni anlatım dillerini keşfetmek, hem Lehmann’ın hem Pavis’in ortak noktasını oluşturur.

Postdramatik tiyatro, artık tıpkı bir zamanlar tiyatro ve edebiyat arasındaki kadim birlikteliğin zayıfladığı bir dönemin ürünüdür. Bu yeni tiyatro biçimi, yalnızca yazının diliyle değil, aynı zamanda görüntü, ses, beden ve hatta sessizlik yoluyla da kendini ifade ediyor. Artık sahne, sadece anlatılan bir hikaye değil, aynı zamanda yaşanan bir alandır. Bu bağlamda, seyirci ve oyuncu arasındaki etkileşim kelimelerin ötesine geçerek yeni bir anlam alışverişi doğuruyor.
Bu cesur anlayışı örneklendirirken, Amerikalı Robert Wilson’ın sahne estetiği akla geliyor. “Einstein on the Beach” gibi eserlerinde metin neredeyse ortadan kalkarak; ritim, ışık ve beden dili, izleyiciye bir hikaye sunmak yerine bir atmosfer deneyimleme fırsatı verecek şekilde işliyor. Lehmann’ın postdramatik tiyatro tanımlarında yer alan temel unsurlar arasında hiyerarşilerin yok edilmesi, göstergelerin eşzamanlı bir biçimde var olması ve metnin merkezden çekilmesi öne çıkıyor. Sahne üzerinde artık üstünlük sıralamaları yok; metin, ışık, ses, beden ve müzik eşit düzlemlerde yer alarak, seyircinin kendi anlamını oluşturmasını gerektiriyor. Bu noktada Heiner Goebbels’in “Stifters Dinge” adlı performansı özellikle dikkat çekiyor. Oyuncunun yer almadığı, sadece ses, su, duman gibi unsurların sahneye yansıdığı bir yapı, seyirciye insanın yokluğunda bile tiyatro yapmanın mümkün olduğunu deneyimletiyor.

Postdramatik tiyatronun görsel dramaturjisi, bu yeni bakış açısının bir yansıması olarak ortaya çıkıyor. Tiyatro artık yalnızca bir öykü anlatmaktan ziyade, bir deneyim paylaşımına dönüşmüş durumda. Türkiye’de de bu deneyim, özellikle Şahika Tekand’ın Studio Oyuncuları gibi topluluklar aracılığıyla yankı buldu. Tekand’ın oyunları, dil, ses, beden ve zaman ilişkisini yeniden tanımlıyor. “Karanlık Korkusu” veya “Yalnızlık Benim Gizli Sevgilim” gibi eserlerde ise oyuncular, karakterlerden ziyade bir enerji alanı sunarak seyircinin anlamı aktarmak yerine anlamın içine düşmesini sağlıyor.
Postdramatik tiyatroda seyirci ile kurulan ilişki, geleneksel şekillerden oldukça farklı bir boyuta ulaşmıştır. Geleneksel tiyatroda seyirci öyküyü takip eder, karakterlerle empati kurar. Ancak, postdramatik sahnede soğukluk hâkimdir; belirgin bir başlangıç veya son yoktur, karakter psikolojisi belirsizleşir, dil ise anlamını yitirir. Seyirci artık pasif bir alıcı olmaktan çıkarak, aktif bir düşünür konumuna gelir. Bu noktada, Türkiye’de turnelere çıkan Rimini Protokoll gibi toplulukların eserlerinde, seyirci doğrudan sahneye davet edilmekte ve “oyun”un bir parçası haline getirilmektedir. “Cargo Sofia-X” ve “100% City” gibi projeler, sahnede gerçek insan hikâyelerini ve kurgusal unsurları bir araya getiriyor.

Bununla birlikte, bu tiyatro biçimi bazı eleştirmenlerce apolitik olarak değerlendirilse de, gerçekten politik olan tam da burada gizlidir: izleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan kurtarıp aktif bir düşünür haline getirmek. Postdramatik tiyatro, her şeyi yeniden kurma cesaretine sahiptir; anlamı, hikayeyi ve seyirci ile olan görünmeyen bağı. İtalyan yönetmen Romeo Castellucci’nin “Tragedia Endogonidia” dizisinde ya da Forced Entertainment topluluğunun performanslarında politik duruş, sloganlarla değil, biçimle ortaya konarak seyircinin algısını alt üst etmekte ve düşünmeye zorlamaktadır.
Sonuç olarak, postdramatik tiyatro bir kopuş değil, aksine yeniden doğuştur. Bu tiyatro biçimi, metnin sınırlarını aşarak yaşamın derinliklerine inmeyi amaçlar. Artık sahnede yalnızca “ne anlatıldığı” değil, “nasıl yaşandığı” da büyük önem arz ediyor. Türkiye’de Kumbaracı50 ve geçmişte DOT gibi bağımsız performans sanatçıları, bu anlayışın yerel temsilcileri olarak öne çıkıyor. Onlar, seyircinin konfor alanlarını bozarak, anlamı dağıtan fakat deneyimi çoğaltan sahneler üretiyor. Tiyatro dünyasının bugünkü en büyük sorularından biri de “Sahne artık neyi temsil ediyor, yoksa hiç şeyi temsil etmiyor mu?” şeklinde ortaya çıkıyor. Bu yeni anlayış, geçmişi reddetmeden, ona ekleyerek ilerlediğinden, tiyatro gerçek bir organizma gibi yüzyıllar boyunca farklı heyecanlarla yol alıyor ve seyirci ile buluşmanın yeni yollarını keşfediyor.

Son olarak, şu an yazıyı kaleme alırken 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin kazananları henüz açıklanmadı. Tüm bu süreçte, büyük bir emekle yarışmaya kadar ulaşan sanatçıları ve sinema çalışanlarını kutluyorum. Ödüllerle görünür hale gelen sanatçıları, tüm içtenliğimle ayakta alkışlıyorum.






















Yorum Yap